ABD’nin çiçeği burnunda Başkanı Donald Trump, Amerika'yı ve İsrail gibi yakın müttefiklerini "temelsiz ve gayrimeşru şekilde" hedef aldığını savunduğu UCM yetkililerine yaptırım öngören bir başkanlık kararnamesine imza attığını duyurdu.
Göreve geldiği günden bu yana düşman gördüğü herkese saldıran Trump’ın, selefi Biden’i mumla aratacağı anlaşılıyor.
ABD'nin "ekonomik güvenliğini" artırmak için Grönland'ı satın alması gerektiğini söylemesinden tutun da Kanada’yı ABD’nin 51 eyaleti yapacağı, bütün göçmenleri sınır dışı edeceğini söylemesinin yarattığı şaşkınlık geçmeden Gazze’yi İsrail’den devralacaklarına dair söylemleri bu kadarını beklemeyen İsrail’i bile şaşırttı.
Yıkılmış ve yerle bir olmuş Gazze’de insanların yaşamak için neden ısrar ettiklerini anlayamadığını söyleyen Trump’ın (emlakçılar Gazze’yi arsa olarak gördükleri için anlamaları mümkün değil) Gazze kasabı Netanyahu’yu bile şaşırtacak bir destek vermesi önümüzdeki günlerde ateşkesin bozulabileceği kuşkusunu arttırmaktadır.
Trump'ın emlak zengini olan damadı Kushner yaklaşık bir yıl önce 15 Şubat 2024'te Harvard Üniversitesi'nde yaptığı açıklamada; “deniz kıyısındaki mülklerin çok değerli olabileceğini ve İsrail'in bölgeden Filistinlilerin zorla çıkarması gerektiğini savunmuştu.
Kushner, İsrail'in Gazze'deki Filistinlileri Refah Sınır Kapısı'ndan Mısır'a ya da Negev çölünde bir bölgeye sürmesi gerektiğini belirterek "İsrailli yöneticilerin yerinde olsam insanları oradan çıkarmak ve sonra da bölgeyi temizlemek için elinden geleni yapardım. Zaten Gazze'den geriye pek bir şey kaldığından emin değilim." Diyerek Filistinlilerin kendi devletine sahip olmasının da "çok kötü bir fikir" olduğunu iddia etmişti.
Babası Charles Kushner İsrail Başbakanı Netanyahu'nun aile dostu olan ve Ortodoks Yahudi kimliğiyle tanınan Kushner, Trump'ın birinci döneminde dış politika danışmanlığını yapmış ve İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki "normalleşme" (gerçekte ABD’ne biat) sürecinde İbrahim Anlaşmalarında önemli bir rol oynamıştı.
Kushner bir bakıma kayınpederinin kafasındakileri söze dökmüştü ve bu açıdan bakıldığında Trump’un Gazze planının sürpriz olmadığı anlaşılıyor.
ABD Başkanı Trump, Gazze'deki Filistinlilerin başta Ürdün ve Mısır olmak üzere Arap ülkelerine sürgün edilmesi Gazze'nin "temizlenmesi için" söz konusu ülkelerin daha fazla Filistinliyi kabul etmesi ve bu kişilerin "farklı yerlerde inşa edilecek konutlara yerleştirilmesi" çağrısında bulunmuş ancak her iki ülke de bu teklifi şimdilik reddetmişti.
Şimdilik diyoruz çünkü Trump’a hayır demenin ABD’ye sadık Ürdün ve Mısır iktidarlarını tehlikeye atması riski karşısında bu ülkelerin aynı kararlılığı koruyup koruyamayacaklarını bilmiyoruz.
Bilinen gerçek Gazze’nin Filistinlilerden temizlenme projesinin yeni olmadığı, yeni olan tek şeyin ise Trump’un Gazze kasabı Netanyahu’yu bile şaşırtacak kadar hızlı ve pervasız davranmasıdır.
Gazze Şeridi'nin dünyanın farklı yerlerinden insanların yaşadığı "uluslararası" bir yer olmasını hayal ettiğini söyleyen emlakçı Trump, "Gazze Şeridi'ndeki potansiyel inanılmaz." diyerek Gazze’yi yatırıma açık bir inşaat ve rant alanı olarak gördüğünü saklamıyor.
Trump ilk döneminde de Kudüs’ün tamamını “İsrail’in başkenti” olarak kabul etmiş ve beslemelerine de Büyükelçiliklerini Kudüs’e taşıma baskısı yapmıştı.
Barış planı masallarıyla işgal altındaki Suriye toprağı Golan Tepelerinin İsrail’e ilhakını meşru görmüştü ki katil Esed’in kaçışından sonra İsrail’in Golan Tepelerindeki askeri varlığını arttırarak işgal ettiği alanları daha da genişletti.
Aynı Trump yüzyılın anlaşması masallarıyla Filistinlileri yok sayarak “Kudüs’ü ve Batı Şeria’yı İsrail’e verdim” demiş bununla da yetinmeyerek toprakların gerçek sahipleri olan Filistinlilere vatanlarını satmaları karşılığında para teklif edecek kadar aşağılık ve zorba bir tavır takınmıştı.
Trump daha göreve geleli bir ay olmadan ajandasındaki planları bir bir hayata geçirirken, Gazze kasabı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant'ı haklarında tutuklama emri çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) bu kararını kabul etmediklerini belirterek UCM hakkında yaptırım kararı aldı.
Trump’a göre "UCM, meşru bir dayanağı olmaksızın, ABD ve İsrail de dahil olmak üzere bazı müttefiklerinin personeli üzerinde yargı yetkisi iddia etmiş ve ön soruşturmalar açmıştır; ayrıca İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant'ı hedef alan asılsız tutuklama kararları çıkartarak yetkisini kötüye kullanmıştır. Her iki ülke de Roma Statüsü'ne taraf veya UCM üyesi olmadığı için UCM'nin ABD veya İsrail üzerinde herhangi bir yargı yetkisi bulunmamaktadır."
Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği'nin Ulusal Güvenlik Projesi'nde çalışan avukat Charlie Hogle; "Dünyanın dört bir yanındaki insan hakları ihlallerinin mağdurları gidecek başka yerleri olmadığında Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne başvuruyor ve Başkan Trump'ın kararnamesi adalet bulmalarını zorlaştıracak bu emir aynı zamanda Birinci Anayasa değişikliği ile ilgili ciddi endişeleri de beraberinde getiriyor çünkü ABD'deki insanları, herhangi bir yerde, herhangi biri tarafından işlenen zulümlerin tespit edilmesi ve soruşturulmasında mahkemeye yardımcı oldukları için ağır cezalara çarptırılma riskiyle karşı karşıya bırakıyor." Açıklaması yaparak kararın "hem hesap verebilirliğe hem de ifade özgürlüğüne yönelik bir saldırı olduğunu" söyledi.
Trump, 2020 yılında başsavcı Karim Khan'ın selefi Fatou Bensouda'ya, Afganistan'da ABD dahil tüm taraflarca işlenen savaş suçlarına ilişkin soruşturma açma kararı nedeniyle yaptırım uygulamıştı.
Ancak bu yaptırımlar Başkan Joe Biden döneminde kaldırıldı ve ABD, özellikle Khan'ın 2023'te Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i Ukrayna'da savaş suçu işlemekle suçlamasının ardından, mahkemeyle ılımlı bir şekilde iş birliği yapmaya başladı.
Donald Trump'a tepki gösteren UCM'den yapılan yazılı açıklamada; "UCM, ABD'nin mahkeme yetkililerine yaptırım uygulamayı, bağımsız ve tarafsız yargı çalışmalarına zarar vermeyi amaçlayan başkanlık kararnamesinin yayımlanmasını kınıyor. Mahkeme, personelinin yanında sağlam şekilde durmakta ve dünyadaki milyonlarca masum mağdura adalet ve umut sağlamaya devam edeceğini taahhüt etmektedir" ifadesine yer verilerek 125 üye ülke, sivil toplum ve dünyadaki tüm uluslar, adalet ve temel insan hakları için birlik olmaya çağrıldı.
Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Antonio Costa yaptırım uygulanmasının uluslararası adalet sistemini bir bütün olarak zayıflatacağını vurgulayarak UCM'nin "dünyanın en korkunç suçlarının" mağdurlarına adaleti ulaştırmada önemli rol oynadığını, bağımsızlık ve tarafsızlığın, Mahkemenin çalışmalarının önemli özellikleri." Olduğunu ifade etti.
AB'nin dokunulmazlığı sona erdirme ve uluslararası hukukun tüm ihlalleri için hesap verebilirliği sağlama konusunda kararlı olduğunu vurgulayan Costa, "UCM'ye yaptırım uygulanması, Mahkemenin bağımsızlığını tehdit eder ve uluslararası ceza adalet sistemini bir bütün olarak zayıflatır." değerlendirmesinde bulundu.
Hatırlanacağı üzere UCM, geçen yıl kasım ayında, Gazze Şeridi'nde İsrail'in işlediği savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan dolayı İsrail Başbakanı Netanyahu ile o günkü Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarmıştı.
Biden döneminde ABD'li yetkililer de söz konusu kararı tanımadıklarını ifade etmiş, bazı Cumhuriyetçi Kongre üyeleri UCM'ye yaptırım uygulanmasını önermişti.
UCM’nin tutuklama emrine uyacaklarını söyleyen AB ülkelerinin Trump’ın bu kararından sonra da tavırlarında bir değişiklik olup olmayacağını bilmiyoruz.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un, Ludwigsburg kentindeki seçim etkinliğinde yaptığı konuşmada, "Başkan Trump'ın öne sürdüğü şeyleri tamamen reddediyorum. Gazze'deki nüfusun Mısır ve Ürdün'e zorla gönderilmek istenmesi doğru değil. Orta Doğu'da gerilimin daha fazla artmaması ve Filistin devleti ile İsrail arasında barış içinde bir arada yaşamanın sağlanması için her şeyin yapılması gerekir” sözleri her ne kadar umut verici olsa da İsrail’in uyguladığı soykırımın kendilerinin verdikleri siyasi ve askeri destekle gerçekleştirildiği unutulmamalıdır.
Züccaciye dükkanına girmiş fil gibi davranan Trump’ın “ben ne istersem yaparım, kimse bana karışamaz” tavrı bir süre sonra kendisi ve ülkesi için de sorun oluşturmaya başlayabilir.
Nitekim yakın geçmişte ABD’de meydana peş peşe gelen silahlı saldırılar, nedeni açıklanamayan uçak kazaları ve söndürülemeyen yangınlara yenilerinin eklenmesi hiç te sürpriz olmaz.
Sonuçta kendisi de iki silahlı saldırıdan kıl payı kurtulmuştur ancak bir üçüncüsü girişimden kurtulacağı garantisi yoktur.
Su testisinin su yolunda kırılacağını Trump ta unutmamalıdır.
Gazze Filistinlilerindir ve Filistinlilerin olarak kalacaktır.
Bunun için binlerce canı feda eden Filistinli kardeşlerimiz ve onların Kuvay-ı Milliyesi olan HAMAS, Trump ve çetesinin dayatmalarına boyun eğmeyeceklerini açık açık ifade ederek son nefeslerine kadar direneceklerini açıkladılar.
Ölümden korkmayanlar hiçbir şeyden korkmazlar.
İsrail aylardır bomba yağdırdığı Gazze’de sağlam bina bırakmadı ama Filistinlilerin ve Hamas’ın çelik iradesine bir gram zarar veremediğini esir takası görüntülerindeki HAMAS’ın ve Filistinli esirlerin vakur duruşlarından görmedik mi?
İşkencenin, zulmün ve vahşetin her türlüsüne maruz kalmış Filistinli esirlerin birer iman abidesi gibi dimdik durmaları, Gazze’nin ABD’ne devrinin kadar kolay olmayacağını gösteriyor.
İsrail 16 ay bomba yağdırdı ama Hamas’ı yenemedi.
Bırakın yenmeyi yok etmeden bitirmeden savaşı bitirmeyeceğini söylediği Hamas’la ateşkes masasına oturdu.
Trump ve Netanyahu her akıllarına yapabilecek güce sahip olduklarını zannetseler de Allah'a meydan okuyan Nemrud'un burnundan başına giren bir sivrisineğin sebep olduğu şiddetli ağrılar yüzünden sürekli olarak kafasını tokmakla dövdürdükten sonra sonunda büyük bir acıyla öldüğünü güç zehirlenmesi yaşayan hiçbir zalim unutmamalıdır.
Yeter ki Müslüman ülkeler saflarını ve yollarını belli etsinler, bütün güçleri ve imkânları ile Filistinli kardeşlerimizin yanında yer alsınlar ve uyumasınlar..
Aşağıdaki satırları okuyunca ne dediğimi daha iyi anlayacaksınız.
21 Ağustos 1969’da Mescidi Aksa’yı yakma girişiminden sonra, o günkü İsrail Başbakanı Golda Meir; “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannediyordum ki Müslümanlar dört bir taraftan İsrail’e girecekler ve bizi diri diri yakacaklar. Lakin sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman idrak ettim ki, Müslümanlar derin bir uykudadır." demişti.
1986 yılında terör örgütü İsrail’in çete başı Şimon Peres'e bir gazeteci; "Kur’anda sizin Müslümanlar tarafından yok edileceğiniz yazıyor." dediğinde, "Kur’anın bahsettiği Müslümanlar gelsin düşünürüz." demişti.
Fazla söze gerek var mı?
Hani Anayasaya göre “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” dı?.
Medyada yer alan haberlere göre Milletvekillerinin uymadıkları trafik kuralları yüzünden verilen cezalar TBMM bütçesinden ödenecekmiş.
Kararın TBMM Başkanlığı tarafından onaylanması durumunda bu haklardan eski milletvekilleri de yararlanacak ve trafikte 3 bin 600 imtiyazlı eski ve yeni milletvekili ortaya çıkmış olacakmış.
Yeni düzenlemeye göre mevcut milletvekillerinin 2 aracı, eski milletvekillerinin de bir aracı trafik cezasından muaf olacakmış.
Sözün özü 3600 imtiyazlı yeni ve eski vekil trafikte kural mural tanımayacak, araçlarına kesilen cezaları da milletin cebinden ödenecekmiş
Sayın vekillerimiz bizden daha iyi biliyorlar ama Anayasanın 10. Maddesini bir kez daha hatırlatalım.
“MADDE 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde, kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
Bu maddeyi okuyan ortalama zekâ sahibi herkes 3600 vekile tanınan ayrıcalığın Anayasaya açıkça aykırı olduğunu anlar.
Eski/yeni milletvekilleri Anayasayı çiğnerse vatandaşa ne diyeceksiniz?
Biz milletvekillerinin trafik cezaları ödensin diye mi vergi veriyoruz.?
Görelim bakalım iktidardan muhalefetten hak, hukuk, adalet nutukları atan kaç milletvekili bu ayrımcılığı reddetme erdemini gösterebilecektir?