Trump’ın göreve başlamasıyla birlikte tanık olduğumuz şaşırtıcı hamlelere bir yenisi eklendi ve Rusya-Ukrayna savaşında dengeleri değiştirecek gelişme Suudi Arabistan’ın geçtiğimiz günlerde ev sahipliği yaptığı zirvede yaşandı.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Riyad’da 4,5 saat süren tarihi görüşmelerinden sonra ABD Dışişleri Bakanlığı; Rubio ve Lavrov'un savaşı mümkün olan en kısa sürede sona erdirmek için çalışmaya başlamak üzere üst düzey ekipler atama konusunda anlaştıklarını açıkladı.

Görüşmelere ilişkin açıklama yapan Rusya Devlet Başkanı Yardımcısı Yuri Uşakov da, tarafların tüm konularda fikir alışverişinde bulunduğunu ifade ederek "Kötü değil. Bizim dokunmak istediğimiz tüm meseleler üzerinde çok ciddi bir tartışmalar yapıldı" diyerek görüşmelerin olumlu bir havada geçtiğini belirtti.

Riyad'daki müzakerelere Zelenskiy'nin neden davet edilmediğine ilişkin soruya cevap veren Trump, Hazine Bakanı Scott Bessent'in Kiev'e gittiğini ancak orada "boşa harcanmış bir görüşme" yaptığını ve bundan pişman olduğunu kaydederek; "Dürüst olmak gerekirse Zelenskiy'nin müzakerelere katılmasının çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Zelenskiy toplantıya davet edilmediğini söylediğinde, bu bir öncelik değildi çünkü şu ana kadar müzakerelerde çok kötü bir iş çıkardı." değerlendirmesinde bulundu.

Zelenskiy'nin 3 yıldır süren savaşı durdurmak için birçok şey yapabileceğini ancak hiçbir şey yapmadığını savunan Trump, "Ne zaman 'Bu Rusya'nın suçu değil.' desem, yalan haberciler tarafından eleştiriliyorum ama size söylüyorum, Biden da Zelenskiy de birçok yanlış şey söyledi, sonra çok daha büyük ve güçlü biri tarafından saldırıya uğradılar. Putin anlaşma yapmak zorunda değildi, istese tüm ülkeyi ele geçirebilirdi." ifadelerini kullandı.

Rusya-Ukrayna Savaşı'nın sona ermesine yönelik gelinen süreçte Zelenskiy'nin elinde güçlü argümanlar olmadığını öne süren Trump, "Yıllardır bu süreci izliyorum ve onun kartsız pazarlık yapmasını izliyorum. Onun elinde kart yok. Bundan bıkarsınız. Ben bıktım." diyerek Rusya ile müzakere sürecine devam edeceklerini bildirdi.

Savaşı durdurmak için Avrupa ülkelerinin hiçbir şey yapmadığını da ifade eden Trump, "(Putin) Sadece benim yüzümden konuşmak istiyor. Ben işin içinde olmasaydım, birbirleriyle konuşuyor olmazlardı. Ben olmasaydım Rusya, Ukrayna'da ilerlemeye devam ederdi." şeklinde konuştu.

Riyad’da ABD Rusya zirvesi yapılırken AB ülkeleri de Paris’te toplandılar. 

Ortada bırakılan Zelenskiy ise soluğu her zaman güvenilir bir ülke olan Türkiye’de aldı.

İki yıl önce Türkiye’nin arabuluculuğunda yapılan İstanbul Zirvesinde bir ateşkes ve barış anlaşmasına yaklaşılmasına rağmen AB’nin silah ve mühimmat ABD’nin ise para destekleri vererek Rusya’yı yeneceklerine ikna ettikleri Zelenskiy barışa yanaşmamıştı.

Oysa orada anlaşma sağlansaydı daha az insan ölecek, ülkesi daha az tahrip olacak ve kurulacak barış masasında söz sahibi olacaktı.

Geçen üç yıllık sürede alt yapısı ve ekonomisi büyük zarar gören milyonlarca insanı göçe zorlanan Ukrayna; ABD ve AB’ye sınırsız güvenmenin hazin sonuçlarını yaşadıktan sonra bizzat Zelenskiy Putin’le görüşebileceğini söyledi ama bırakın Putin’le görüşmesini barış masası olarak adlandırılan paylaşım masasında ona oturacak bir sandalye bile vermediler.

Savaşmasına karar veren dostları (!) barışmasının şartlarına da karar veriyorlar.

İradesini teslim ettiği ABD Rusya ile anlaştı ve Zelenskiy’nin önüne de ödemesi gereken yüklü bir fatura uzattı.

Zelenskiy barış masasına oturtulmadığından şikâyetçi olsa da İsviçre’de topladığı “Ukrayna Barış Zirvesi”ne Rusya’nın davet edilmemesini sağlamış, Türkiye’ye karşı da tutarsız davranışlar sergilemişti. 

Zelenskiy Yunanistan Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada; “Bugün Helenizmin bir başka büyük merkezi Odessa da tehdit altında. Tarihteki Dostluk Cemiyeti burada kuruldu. Yunanistan’da yeni bir Dostluk Cemiyeti’nin oluşturulabileceğine ve hem Ukrayna’yı hem de Helenizmi kurtarmak için savaşabileceğine inanıyorum. Yunan devrimcileri, dün ya bağımsızlık ya da ölüm diyorlardı. Biz de bugün aynısını söylüyoruz.” diyerek Filiki Etarya (Mora ve Balkan bölgesindeki Türklerin toplu halde öldürülmesinden sorumlu olan örgüt.) övgüsü yaptı.

Bu tutarsızlığına rağmen Türkiye onu dışlamadı ve yardım elini uzattı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan her defasında Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü vurguladı. 

Adına barış dedikleri anlaşma ile Rusya’ya işgal ettikleri toprakları ilhak edecek, madenlerinin yarısı, tüm limanlar, altyapı, doğalgaz ve petrol işletmeleri de bugüne kadar yaptığı maddi yardımın(!) karşılığı olarak ABD’ne ipotek edilecek.

Beyaz Saray'da Ticaret Bakanı Howard Lutnick'in yemin töreninde gündeme ilişkin açıklamalarda bulunan Trump, Ukrayna ile kıymetli maden anlaşmasını yapmaya ne kadar yakın oldukları sorusuna, "Oldukça yakın" diyerek şunları söyledi:"Biz üç kat daha fazla para koyduk. Biz 300 milyar (dolar) koyduk. Onlar 100 milyar (dolar) koydular. Avrupa bunu kredi olarak verdi, Biden ise onlara sadece para verdi. Kredi yoktu, teminat yoktu. Hiçbir şey yoktu. Yani ya bir anlaşma imzalayacağız ya da onlarla sorun yaşayacağız. Bu yüzden teminat almak için bir anlaşma imzalayacağız, çünkü bunu yapmak zorundayız."

Ukrayna'nın da bu anlaşma konusunda iyi hissettiğini kaydeden Trump, "Bu büyük bir anlaşma ama bunu istiyorlar, bundan çok mutlular ve biz de paramızı geri alıyoruz. Bu anlaşma biz göreve gelmeden çok önce imzalanmalıydı." 

Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "Ukrayna, ABD Başkanı (Donald Trump) ile yatırım ve güvenlik konusunda güçlü, gerçek anlamda faydalı bir anlaşmaya hazır." demişti.

Bunun bir yatırım ve güvenlik anlaşması olmadığı gibi faydalı bir anlaşma da olmadığını bilen ancak çaresiz olduğu için kabul etmek zorunda kalan Zelenskiy ABD’ne ve AB’ne güvenerek girdiği savaştan hiçbir şey kazanamadığı gibi geride kaybedilmiş topraklar, binlerce ölü, milyonlarca göçmen, limanları, petrol/doğalgaz tesisleri ve yer altı zenginlikleri ABD’ne teslim edilmiş aciz bir devlet bıraktı.

2021 yılında 41 milyon olan nüfusu, 2024 yılında 33 milyona gerileyen Ukrayna bir bakıma ABD’nin Kafkasya’daki Yunanistan’ı oldu.

ABD tarafından masa dışına itilen AB ülkelerinin liderleri Fransa'nın başkenti Paris'te acil bir toplantı yaparak Rusya'nın işgali karşısında Ukrayna'ya ortak desteklerini sürdürme sözü verdiler ancak Donald Trump'ın Rusya ile anlaşmaya çok yakın oldukları emrivakisi karşısında fark yaratabilecek güvenlik garantileri sunamadıkları gibi kendi dertlerine düştüler.

Trump'ın üç yıllık savaşı sona erdirmek için bir anlaşma yapma niyetini beyan etmesi Avrupa'yı derinden sarstı ve Kiev için acı verici tavizlere yol açabileceği ve kıtayı Kremlin'in yayılmacılığına karşı savunmasız bırakabileceği korkularını körükledi.

ABD Avrupalı müttefiklerine, diğer hususların yanı sıra, savaştan zarar görmüş ülkeye barış gücü askerleri göndermeye istekli olup olmadıklarını sordu.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron daha önce bu senaryoya açık olduğunu ifade etmişti.  İngiltere Başbakanı Keir Starmer de Amerika'nın bir "güvenlik garantisi" sağlaması koşuluyla aynı şeyi yapmaya hazır olduğunu açıkça belirtti.

Paris'teki acil zirvenin sonunda Starmer, "Kalıcı bir barış anlaşması olması halinde İngiliz güçlerini diğerlerinin yanında sahaya sürmeyi düşünmeye hazırım. Ancak ABD'nin bir güvenlik garantisi olmalı çünkü Rusya'yı Ukrayna'ya tekrar saldırmaktan etkili bir şekilde caydırmanın tek yolu ABD'nin güvenlik garantisidir," dedi.

Starmer, "İçinde bulunduğumuz yeni dönemin farkına varmalı, geçmişin rahatlıklarına umutsuzca sarılmamalıyız. Güvenliğimiz ve kıtamız için sorumluluk almamızın zamanı geldi," diye konuştu.

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz ise eleştirel bir tutum sergileyerek, savaşın tüm vahşetiyle devam ettiği şu günlerde barış gücü tartışmalarının "tamamen erken" ve "son derece uygunsuz" olduğunu söyleyerek terk ettiği toplantıdan sonra yaptığı açıklamada, bu tartışmalardan rahatsız olduğunu söyledi.

ABD'nin Ukrayna ve Rusya özel temsilcisi Keith Kellogg daha sonra Avrupa'ya müzakereler boyunca danışılacağını ancak nihai olarak masada yer almayacağını ifade etti.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov yaptığı açıklamada, "Müzakere masasında ne yapmaları gerektiğini bilmiyorum. Kendileri savaşın devamını düşünürken, çatışmanın dondurulmasıyla ilgili bazı sinsi fikirler ortaya atacaklarsa, o zaman onları neden davet edelim?" diyerek Avrupalıları görüşmelerin dışında tutmayı tercih edeceklerini ifade etti. 

Netice itibariyle Rusya işgal ettikleri toprakları ilhak edecek, Ukrayna’nın madenlerinin yarısı, tüm limanlar, altyapı, doğalgaz ve petrol işletmeleri de (Wall Street Journal’in haberine göre, anlaşma son aşamaya geldi) ABD’ne ipotek edilecekti.

Tarih; ABD’ne ve AB’ne güvenerek savaşa girmenin sonucunun hüsran olduğunu bir kez daha gösterdi.

ABD Afganistan’ı terk ederken sadık dostlarının binmeye çalıştıkları uçaktan yere çakılarak feci şekilde ölmeleriyle kıyaslandığında, Zelenskiy’nin ucuz kurtulduğu bile söylenebilir. Ama bu ucuz kurtuluş aşağılanmanın derin acısını ortadan kaldırmıyor.

Biden döneminde yaptığı her ABD seferinde milyon dolarlık hibe yardımlarla dönen Zelenskiy için Trump "diktatör" ifadesini kullanarak, "Orta sınıf bir komedyen devlet başkanı, ABD'yi temelde kazanılamayacak, hiç başlamaması gereken ve başkan olsaydım asla başlamayacak olan bir savaşa girmek için 350 milyar dolar harcamaya ikna etti." dedi.

Trump açıkça Rusya’nın yanında yer alarak, ""Zelenskiy’nin toplantılarda bulunmasının çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Anlaşma yapmayı çok zorlaştırıyor. Vladimir Putin anlaşma zorunda değil, istese tüm Ukrayna’yı alır. Zelenskiy’nin hiçbir kozu yok. Gerçekten bıkıyorsunuz. Benim de sabrım tükendi" diyerek Ukrayna’yı gelecekte daha zor günlerin beklediğinin işaretini verdi.

ABD Rusya sevgisini öylesine açık etti ki Ukrayna’nın BM’e sunacağı karar tasarısında Rusya’nın suçlanması halinde veto hakkını kullanacağını açıkladı.

Avrupa’dan Ukrayna'ya 30 bin asker göndermesini isteyen ABD müttefiklerinin kendisine muhtaç olduğunu bildiğinden koruma masrafını da onlara yüklüyor.

Burnundan kıl aldırmayan kibirli AB ise ABD’ne karşı duramıyor. Çünkü güvenliklerini teslim ettikleri ABD olmasa Rusya’nın silindir gibi üzerlerinden geçeceğini biliyorlar.

Özellikle 36.172 ABD askerine ev sahipliği yapan Almanya, ABD’nin bu askerlerini çekmesi halinde bir günde işgal edilebileceğinden endişe ettiği için Şansölye Olaf Scholz;  barış gücü tartışmalarının "tamamen erken" ve "son derece uygunsuz" olduğunu söyleyerek Paris’teki toplantıyı terk ediyor ve sonrasında yaptığı açıklamada; bu tartışmalardan çok rahatsız olduğunu açıklıyor.

Avrupa ve özellikle de Ukrayna açısından son derece kaotik bu süreçte hem Ukrayna ve hem de Rusya ile ilişkilerini duygusallıktan uzak, reel ve karşılıklı çıkar esaslarına göre yürüten Türkiye tıpkı tahıl anlaşmasında olduğu gibi bu süreçte de aktif ve etkin bir rol üstlenebilir. 

Ermenistan’ın İşgali altındaki Karabağ’ın kurtarılması, Libya’da  Rus paralı asker grubu Wagner destekli isyancı Hafter’in devre dışı bırakılması ve Suriye’de Rusya/İran destekli diktatör Beşar Esed’in devrilmesi sürecindeki stratejik müdahaleleri ile proaktif bir dış politika izleyen Türkiye’nin; Rusya/Ukrayna Savaşının başından itibaren gösterdiği ilkeli, objektif ve tutarlı tavrının Avrupa halkları üzerinde güçlü bir etki bıraktığı Münih Güvenlik Konferansı'nda sunulan rapordan anlaşılıyor.

Rapora göre;  Avrupa'da yaşayan halkların Türkiye'ye duydukları güven 2023'te yüzde 37 iken geçtiğimiz yıl yüzde 47'ye yükselmiş. Türkiye imajının en çok güçlendiği ülke İngiltere. Bu ülkeyi sırasıyla İtalya, Fransa ve Almanya takip ediyor. Kıtada Türkiye'yi müttefik olarak görenlerin sayısı artarken bir tehdit olarak algılayan insanların sayısı ise hızla azalıyor.

AB liderleri Rusya ve ABD karşısında ezik bir profil sergilerlerken,  Afrika ve Asya’nın ardından Avrupa kamuoyunda da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gördüğü saygı ve duyulan güven Türkiye’nin bir denge unsuru olabileceğini gösteriyor.

Yakın gelecekte ABD tarafından dışlanan ve kendi dertlerine düşen AB’nin endişeli liderlerinin Türkiye’ye ziyaretlerinin yoğunlaşması sürpriz olmaz.

Ülkelerinde PKK ve Fetö’ye açık destek veren, İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım karşısında üç maymunu oynayan bu ikiyüzlü liderlere ne kadar güvenilir orasını bilemiyoruz ancak Türkiye’nin dostluğunun ve vefasının dünyanın hiç bir ülkesinde olmadığını biliyoruz.

İmamoğlu’nun diploma yolsuzluğuna yargı el koydu..

Nihayet beklenen oldu ve gecikmeli de olsa İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, “İmamoğlu'nun lisans diplomasının sahte olduğuna ilişkin ihbarlar ve Yükseköğretim Kurulunca hazırlanan raporda diplomasının sahteliğine ilişkin tespitler” üzerine soruşturma açıldı.

"Resmi belgede sahtecilik" suçundan başlatılan soruşturma kapsamında İmamoğlu, ifadesi alınmak üzere 26 Şubat'ta savcılığa davet edildi.

“https://www.cankirihaber.net/heybedeki-buyuk-turp-diploma-mı (04.02.2025 - 09:01) başlıklı yazımızda ayrıntılı bir şekilde ifade etmiştik ama sınırda zekalıların da anlayabileceği şekilde bir daha tekrarlayalım.

İmamoğlu Türkiye’de üniversite sınavına girdi ve kazanamayınca ailesi de onu Kıbrıs’taki Girne Amerikan Üniversitesi İletişim Fakültesine kaydettirdi. (1987-1988) 

1990’lı yıllarda Girne Amerikan Üniversitesi’nin adı University College of Northern Cyprus’dı. Okula sınavla girilmezdi, 2200 Sterlin ödeyen herkes kayıt yaptırabiliyordu.

İmamoğlu sınavsız girilen bu özel üniversiteden (İletişim Fakültesi) devlet üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne yatay geçiş yaptı. 

İmamoğlu’nun yatay geçiş yaptığı 1990 yılında, İngilizce İşletme Bölümü’ne Türkiye genelinde 892 bin öğrenci arasından ilk 1000’e giren öğrenciler hak kazanmışlar. O sene İngilizce İşletme Bölümüne 491,826 taban puanla öğrenci alımı yapılmış.

Ayrıca İmamoğlu’nun not ortalamasının 59 olduğu söyleniyor. Yatay geçiş hakkı olsa bile aynı bölüme dahi bu notla geçiş yapması yine mümkün değil. 

Aynı dönemde İmamoğlu’nun sınavsız okuduğu Girne Amerikan Üniversitesi, Türkiye’deki resmi üniversite yerleştirme kılavuzunda yer almıyordu. 

1990 yılında Girne Amerikan Üniversitesi’nin denkliği yoktu, Üniversitenin denkliği 1993 yılında kabul edildi.

Görüldüğü üzere ortada siyasetin ya da paranın gücüyle elde edilmiş aydınlatılması gereken çok açık bir hukuksuzluk var. 

Hukukumuzda; ilgilinin gerçek dışı beyanı veya idareyi aldatması kısacası hileli davranış sonucu tesis edilmen işlemler ilgisi bakımından korumaya değer kişisel sonuç doğurmazlar ve her zaman geri alınabilirler.

Bu konudaki Danıştay içtihadı (Yokluk ve mutlak butlan haller ile kişinin gerçek dışı beyan ve hilesinin yanlış işlem tesisine neden olduğu hallerde idare yanlış işlemini süre şartına bağlı kalmaksızın geriye alabilir /DİBK 87/1,2,4; K87/2; T 7.7.1987 RG 19.03.1987-19759) ortada iken ve soruşturmayı gerektiren bir çok somut kanıt varken soruşturma açılmasını eleştiren ve bunun İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığının önlemeye yönelik bir adım olduğunu iddia eden gerçeğin ortaya çıkmasından korkar Özgür Özel masal anlatıyor.

İddiaları dile getiren Veryansın TV Genel müdürü Erdem Atay 4 Eylül 2024’te yazdığı yazısını “Beni mahkemeye vermezseniz, bu yazıyı kabul ettiğiniz anlamına geliyor. Çıkışınız yok! Ya mahkemeye vereceksiniz ya da mahkemeye vereceksiniz” meydan okumasıyla bitirdiği halde neden hakkında dava açılmadı?

Gerçeğin mahkemede ortaya çıkmasından mı korktular?

Benzeri muz cumhuriyetlerinde bile görülmeyen bir garabetle sadece İmamoğlu’nun katıldığı göstermelik bir ön seçimle onu cumhurbaşkanı adayı ilan ederek bu hukuksuzluğun üstünü örtebileceklerini mi zannediyorlar?

Musa Eroğlu’nun ünlü türküsünün sözleriyle “aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor.

Dimyata pirince giden İmamoğlu evdeki bulgurdan da olursa sürpriz olmaz.