Yüzyılın Canisi Beşar Esed’in devrilmesinden sonra Suriye’de eski günlere dönmek için fırsat kollayan mezhepçi İran ile Ortadoğu’nun kuduz köpeği soykırımcı İsrail’in kışkırtıp destekledikleri bir gurup rejim artığı; Lazkiye, Tartus ve Ceble’de eş zamanlı olarak güvenlik güçlerine saldırarak isyan girişiminde bulundular.
Öldürdükleri polisleri bir kamyonetin kasasına koyup ateşe veren Nusayri isyancılar, güvenlik güçlerinin karşılık vermesi üzerine, Türkiye’deki destekçileriyle birlikte eş zamanlı olarak “Alevilerin katledildiği” yalanıyla kalkışmayı mezhepçi bir kılıfa sokarak meşrulaştırmaya çalıştılar.
Tıpkı Esed’in devrilmesi gibi, bu isyan girişiminin bastırılmasından da en çok ana muhalefet partisi rahatsız oldu ve bu rahatsızlık başta Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır olmak üzere marjinal/provokatif söylemleri ile bildiğimiz bazı partililer tarafından küstah ve tehditkâr bir üslupla ifade edildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın grup toplantısında "günaşırı parti değiştirmekten Türk siyasetinde adı fırıldağa çıkmış bir kifayetsiz" olarak nitelediği birisi "Lazkiye'ye gitmezsem namerdim" diyerek kahramanlık taslamıştı ama muhterem Lazkiye’ye değil Köln'e giderek, orada kırmızı bültenle aranan Muhammed Yakut'la görüntülendi.
Bir milletvekilinin kırmızı bültenle aranan bir kanun kaçağı ile ne ilişkisi olduğunu ya da olabileceğini bilmiyoruz. Muhtemelen genel başkanı da bilmiyordur.
Daha düne kadar Esed’in vahşi cinayetlerine gözlerini kapatıp, katliamdan kaçanların sığındığı ülkemizden onları yaka paça gönderme hesabı yapacak kadar insani duygulardan uzak olanların bugün isyana kalkışan asileri mezhepçilik kılıfı ile korumaya çalışmaları artık görmekten bıkıp usandığımız tam bir ikiyüzlülüktür.
Her vesile ile Suriyelilere nefret kusan Ali Mahir Başarır dört yıl önce; “Suriye’de savaşa komando marşı söyleyen TÜGVA’cılar gitsin. Başkomutanları da Bilal Erdoğan olsun!” diyerek Esed’in cinayetlerine göz yumuyordu.
Bölgedeki tüm gruplar ortada bir katliam bulunmadığını hatta kalkışmada bulunanların infaz edilmeden yargıya götürüldüğünü ifade ederken onbinlerce Alevi’nin katledildiği ve olayların sorumlusunun geçici Devlet Başkanı Ahmet Şara ve ona destek veren Türkiye olduğu yalan ve iftirasını dolaşıma sokmak gafletten değilse ihahnettindir.
Hiçbir mezhep mensubunun diğerine üstünlüğü yoktur, hangi inanç ve mezhebe sahip olursa olsun her insan yaşama hakkına sahiptir ve mezhebi ne olursa olsun katil katildir.
Meşru düzenine karşı isyan başlatanların dinlerinin ya da mezheplerinin ne olduğunun da hiçbir önemi yoktur. Çünkü dünyanın her yerinde meşru Devlet düzenine başkaldırı suçtur.
61 yıllık kanlı Baas iktidarında yüz binlerce insan katledilirken, yüz binlercesinin akıbeti bilinmezken, Wikipedia’ya göre 6,7 milyon insan iç göç 6,6 milyon insan dış göç olmak üzere toplam 13,3 milyon insan evlerinden topraklarından olurken, katil Esed kendi insanlarına karşı kimyasal silah kullanırken ve Suriye’yi captagon üretim merkezi haline getirerek milyonlarca insanı zehirleyip bu yoldan milyonlarca dolar kazanırken, başta Sednaya olmak üzere işkence ve cinayet merkezlerinde insanlar diri diri gömülürken, cesetleri preslenip yakılırken seslerini çıkartmayarak bu insanlık dışı katliam ve vahşete göz yuman, canlarını kurtarmak için Türkiye’ye kaçan Suriyelileri aşağılayan, zorla ülkelerine gönderilmelerini bir seçim vaadi olarak verecek kadar insani duygulardan yoksun olan yerli Baas’çıların hep bir ağızdan Suriye’de Aleviler katlediliyor yalanına sarılmaları iyi niyet ve insani duygularla açıklanamaz.
Düne kadar “Suriye’nin iç işlerin karışmayalım” masalı anlatanların bugün değil burunlarını kafalarını Suriye’nin içişlerine sokup ağızlarından köpükler saçarak kürsü yumruklamaları, tehditler savurmaları benzerine ancak panayır tiyatrolarında rastlayabileceğimiz ucuz teatral gösterilerden ibarettir ve tuvalet terlikçileri ile kutu kolacılar dışında alkışlayan da yoktur.
Şayet niyetleri insan hayatı olsaydı geçmişte katil Esed’e heyetler/mektuplar gönderip övgüler düzmezler, devrilince de yasını tutmazlardı.
“2022’de Esed rejiminin Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaparak CHP’nin kendilerine bir mektup gönderdiği ve mektubun Baas Partisi aracılığıyla Esed’e ulaştırıldığı ifade edilmişti. Mektubu Baas’a getirenlerin ise CHP’li Hasan Akgöl ve Mehmet Güzelmansur olduğu söylenmişti!..
Mektupta yazılanlar ihanetin bu kadarına pes dedirtecek cinsten;
Erdoğan’ın günleri sayılı. Herhangi bir görüşme seçimin geleceğini etkileyebilir. Bizim iktidarımızda Suriye yönetiminin tazminat dâhil bütün talepleri karşılanacak. İdlib dâhil Suriye topraklarındaki tüm askerleri çekme sözü veriyoruz.” (Kaynak; Seyfullah Maden /Yeni Akit/10.03.2025)
Suriye’nin bütün taleplerini karşılamak demek Esed’e “sen cinayet işlemeye devam et, bize kaçanları da sana göndereceğiz istediğini infaz edersin” demektir.
Suriye topraklarından asker çekmek demek ise “bölücü örgüt sınırımızın dibinde devlet kursun” demektir
Bunlar yazılı olanlar, kim bilir yazılı olmayan ne sözler verimlhdi?
Tezkerelere boşuna “hayır” demedikleri anlaşılıyor.
Bu konuda sadece CHP’yi suçlamayalım.
11.01.2012 tarihinde Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, Beşar Esed'le görüştü. Esed tarafından kapıda karşılanan Kamalak Esed'a üzerinde bir ayet bulunan tablo hediye ederek, "peygamberimiz bir, kitabımız bir, kıblemiz bir" diyerek Türkiye ve Suriye halklarının kardeşliğine vurgu yaptı.
Peygamberimiz, kitabımız, kıblemiz bir ise Esed yüzbinlerce Sünni Müslümanı neden öldürdü, milyonlarcasını neden evinden yurdundan etti?
Ve neden ülke topraklarını taşeron terör örgütlerine peşkeş çekti?
****
İçimizdeki Baas’çılar “Aleviler katlediliyor” yalanlarını söylerken; Suriye’deki Hristiyan kiliselerinin ruhani liderliği bir açıklama yaparak, sosyal medyadaki yalanlara inanılmamasını isteyerek Suriye hükümetine güvendiklerini deklare ettiler.
Ardından Nusayri şeyhleri benzer bir açıklama yaptı.
Yayınladıkları ortak bildiriye Kur’an-ı Kerim’deki fitne ayetiyle başlayan kanaat önderleri Nusayrilerden, Suriye’nin meşru güvenlik güçlerine yardımcı olmalarını ve silahlarını onlara teslim etmelerini isteyerek, isyana liderlik edenlerin kendileri ile ilgilerinin olmadığını özellikle belirttiler.
Ortaya çıkan bilgilere göre devrik rejim unsurları İran ve İsrail’in destekleriyle üç ay öncesinden hazırlıklara başlayıp Kardaha, Daliye, Beytana gibi köylerde operasyon odaları kurarak toplantılar yapmışlar.
Suriye’de muhalif grupların yeni bir yönetim kurmasından rahatsız olarak bunu bir tehdit olarak gören, sözde düşman İsrail ve İran geciktikleri her gün işlerinin daha da zorlaşacağı düşüncesiyle düğmeye bastılar.
Biri Dürziler diğeri Nusayriler üzerinde hamilik rolü oynayarak bu grupları Suriye’ye müdahale fırsatı yaratmak için kullanmaya çalışırken, yerli Baas’çılar da bu kirli plana gönüllü alet oldular.
Peki şaşırdık mı?
Elbette hayır. Çünkü onlar hıyarım var diyen herkese tuzluk yetiştirmekle meşguller.
Kalkışmanın bastırılmasıyla hevesleri kursaklarında kaldı.
Hatay/Samandağ’da, kendisini Nusayri şeyhi olarak tanıtan Selim Narlı; “Colani’nin destekçisi AKP hükümetidir” diyerek hükümeti suçlamakla kalmadı, “bir gecede 10 bin şehidimiz var” yalanını savurdu..
Bunlarla da yetinmedi “ya Türkiye kapıları açsın ya da İsrail’den yardım isteyeceğim buradaki konuşmamız etkili olmazsa, yapacaklarımızdan siz sorumlusunuz” diyerek kendisini Suriye’deki Nusayrilerin de temsilcisi gibi göstererek Devleti’ni tehdit etti!..
Yaptığı bu davranış karşılıksız kalmadı ve Onbin şehit yalanı hiçbir bağımsız kaynak tarafından doğrulanmayan Narlı hakkında adli soruşturma başlatılarak yakalama kararı çıkartıldı.
“Hakkımda yakalama kararı çıkmış. Emniyet beni arıyor. Bir insanı bir halkın canını kurtarmak için kimden yardım gerekiyorsa ben o yardımı isterim. Siz keyfinize bakarken ben kardeşlerimin kurban edilmesine göz mü yumayım? Mazlumun mazlumiyetini gidermek için her yol mubahtır. Çünkü amaç mazlumun mazlumiyetini ortadan kaldırmaktır.” Sözleriyle duygu sömürüsü yapan Narlı madem bir insanın, bir halkın, bir kardeşinin canını kurtarmak için çaba gösterdiğinin söylüyor, Esed yüzbinlerce masum insanın canına kastederken, kendi insanına kimyasal silah kullanırken, yandaşı olduğu siyasiler Esed zulmünden kaçan göçmenleri aşağılayıp hakaret eder ve infaz edileceklerini bile bile Suriye’ye geri göndereceklerini söylerken neredeydi?
Esed’in katlettiği yüzbinler mazlum/masum değil miydi?
Samimiyetsizlik ve ikiyüzlülük paçalarından akıyor.
Meselenin mazlumu korumak değil acaba surda bir gedik açabilir miyiz meselesi olduğu ortada iken mazlumu savunma masalları ile kirli niyetlerin gizlenmesi mümkün değildir.
Kaldı ki Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanarak Geçici Cumhurbaşkanı Ahmet Şara’ya sunulan ve onun tarafından da onaylanan Anayasa taslağının 2 maddesinde yer alan; “Cumhurbaşkanının dini İslam’dır ve İslam hukuku (fıkıh), yasaların temel kaynağıdır. İnanç özgürlüğü güvence altındadır. Devlet, tüm semavi dinlere saygı gösterir ve ibadet özgürlüğünü güvence altına alır. Ancak bu özgürlük, kamu düzenini ihlal etmemelidir.”
7. maddesinde yer alan: “Dini cemaatlerin kişisel statüleri, inançlarına ve şeriatlarına uygun olarak korunur ve uygulanır.” Hükümleri ile Suriye tarihinde ilk defa inanç ve ibadet özgürlüğü anayasal güvence altına alınmış iken Alevilerin katledildiği yalanını söyleyenlerin iyi niyetlerinden söz etmek mümkün değildir.
Küçük bir araştırma yapıldığında görüleceği üzere; Nusayriler ile Türkiye’deki Aleviler arasında bir benzerlik söz konusu değildir.
Nusayrilik itikat olarak İslâm’dan ziyade Hristiyanlığa benzer.
“Nusayrî inanç sitemi, Ali’nin ilahlaştırılmasına dayanır. Nusayrîler, tenâsühü (ruh göçü) kabul ederler ve inançlarını gizlerler. Takiyye yaparak hâkim dine uygun hareket ederler. Nusayrîler, bâtınî tevil görüşüne sahiptirler ve bu inançlarının gereği olarak bütün İslâmî esasları zâhirî anlamından çıkarıp İslâm’a zıt bâtınî anlamlara hamlederler. Nusayrîler, Hıristiyanlıktaki gibi şarabı kutsarlar ve ayinlerinde kullanırlar. Nusayrîler, üç semavi dinin bayramlarını kutlasalar da bunların içinde Hıristiyanlığa ait bayramların daha fazla olduğu görülmektedir.” (Muhammet Raşit Batur/ Nusayrîliğin Teşekkülü ve İnanç Esasları İnanç ve Toplum dergisi Yıl: 2013, Haziran / Sayı: 5 / Cilt: 3)
“Tarih boyunca bu isimle anılan fırka I. Dünya Savaşı’nın ardından bölgeyi ele geçiren Fransızlar’ın talebi, mensuplarının da uygun görmesiyle Alevî adıyla anılmaya başlanmıştır. Günümüzde bu adla bilinen fırka bazen diğer Alevî kesimlerinden ayrılması için Nusayrî Alevîliği, Arap Alevîliği, Suriye Alevîliği, Çukurova Alevîliği, Akdeniz Alevîliği, bazen de mahallî olarak Fellah (çiftçi) şeklinde zikredilmektedir.” (TDV İslâm Ansiklopedisi/2007 İstanbul, cilt 33. sayfa 270)
****
Yıllardır gül(!) gibi geçindikleri katil Esed’in devrilmesini önleyemeyen İran’ın yaşadığı hayal kırıklığı ile Suriye’de kirli tezgâhlara yöneleceğinin işaretini Hazreti Fatıma'nın doğum günü nedeniyle Tahran'daki İmam Humeyni Hüseyniyesi'nde bir gruba hitaben konuşan İran dini lideri Ali Hamaney şu ifadelerle vermişti.
“Suriye'de kaos yarattılar ve şimdi kazandıklarını sanıyorlar. Şimdi ise ABD’li bir yetkili dolaylı olarak İran'da kim sorun çıkarırsa ona yardım edeceklerini söylüyor; Aptallar yanlış hesap yapıyorlar, “Sürekli İran’ın bölgedeki vekil güçlerini kaybettiğini söylüyorlar! Bu da başka bir hata! İslam Cumhuriyeti'nin vekil gücü yoktur. Bir gün harekete geçmek istersek vekil bir güce ihtiyacımız yok. Suriye’de güçlü ve onurlu bir hareketin ortaya çıkacağını öngörüyoruz. Çünkü bugün Suriyeli gençlerin kaybedecek bir şeyleri kalmadı. Okulları, üniversiteleri, evleri ve sokakları güvende değil. Bu yüzden kararlılıkla harekete geçip, güvensizliğin mimarlarına karşı durarak onlara galip gelmeliler.”
İran Dışişleri Bakanı Erakçi de “Suriye’de zafer kazandığına inananlar sabırlı olmalıdır zira gelecekte pek çok gelişme yaşanacak...” sözleriyle isyanın şifresini vermişti.
Binlerce insanın akıbetinin bilinmediği, binlerce insanın Sednaya ve benzeri işkence evlerinde vahşice öldürülüp preslenen cesetlerinin yakıldığı ve bir mezarlarının bile bulunmadığı Suriye’de Esed döneminin okullarının, evlerinin ve sokaklarının güvende olduğunu iddia etmek bırakın imanı en zayıf Müslümanı insani değerlere sahip hiçbir din mensubunun söylemeye cesaret edemeyeceği kadar büyük ve aşağılık bir yalandır.
Böylesine büyük ve aşağılık bir yalanın adının önünde dini lider sıfatı bulunan cüppeli sarıklı bir soytarı tarafından yapılması “mesele mezhepse İran için İslamiyet’in teferruat” olduğu gerçeğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Yaşanan elektrik krizi nedeniyle günde on saate varan elektrik kesintilerinin tarım, bahçeler, tarlalar ve sebze üretiminin yok olması demek olduğu Fars Milletvekili Ümit Nasibi tarafından ifade edilen İran’ın kendi halkının ihtiyaçlarını karşılamak yerine Suriye’de isyan sponsorluğuna soyunması asla güvenilmemesi gereken bir devlet olduğunun da göstergesidir.
Lübnan’da vekil gücü Hizbullah hezimeti, Cumhurbaşkanının İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın şüpheli helikopter kazasında ölmeleri, başta Kasım Süleymani olmak üzere bazı üst düzey komutanlarının ve nihayet namusuna emanet edilmiş Hamas lideri İsmail Haniyye’nin Başkent Tahran’da İsrail tarafından öldürülmeleri karşısındaki acizliği ile itibarı yerlerde sürünen İran’ın kendisini tokatlaya tokatlaya şamar oğlanına döndüren İsrail ile işbirliği yapacak kadar alçalıp Suriye’de isyan çıkartmaya kalkması akla gelen her kötülüğü yapabilecek bir devlet anlayışına sahip olduklarını göstermektedir.
El Cezire’ye konuşan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Hakan Fidan bu gerçeği açıkça ifade ederek şunları söyledi.
"Eğer siz başka bir ülkedeki bir grubu destekleyerek orada rahatsızlık oluşturmak isterseniz, başka bir ülke de sizdeki başka bir grubu destekleyerek size rahatsızlık oluşturmak ister. Yani dünyada artık hiçbir şey gizlenemiyor. Sizde olan yetenekler başkasında da var. Dolayısıyla camınıza taş atılmasını istemiyorsanız başkasının camına taş atmayacaksınız."
Esed’in devrildiği tarihten itibaren bazı üst düzey yetkililerinin Türkiye’yi suçlayıcı açıklamalar yapmaları, bazı görsel ve yazılı medya organları ile sosyal medyada daha ağır ifadelerle Türkiye’nin suçlanması İran’ın Türk ve Türkiye düşmanlığının İsrail’in düşmanlığından bir farkı olmadığının göstermektedir.
İsrail ve İran’dan aldıkları destekle Suriye’de bir isyan girişiminde bulunan rejim artıkları meşru yönetimden hak ettikleri cevabı almışlardır ancak aldıkları bu cevabın onları vazgeçirmeyeceğini ve tekrar fırsat kollayacaklarını biliyoruz.
Daha düne kadar Öcalan’ın çağrısının kendilerini kapsamadığını ifade ederek efelik yapan Mazlum Abdi bile yeni yönetimle anlaşmışken, yaşanabilir ve her inancın temsil edileceği ortak bir Suriye için uzlaşmak yerine Esed’li karanlık günlere dönme çabasıyla isyana kalkışanlar İran ve İsrail’in kılavuzluğunda ısrar ettikleri takdirde sonuçlarına da katlanacaklardır.
Kılavuzları İran ve İsrail olanların burunlarının pislikten kurtulmayacağı tarihteki örnekleriyle sabittir.