Günlerdir süregelen usulsüz diploma tartışmaları; İstanbul Üniversitesi tarafında yapılan araştırma sonucunda İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte 28 kişinin diplomalarının yokluk ve açık hata nedeniyle iptal edilmesiyle sonuçlandı.
Muhtemelen İmamoğlu ve partisinin de bekledikleri bu gelişme ile değerlendirmeler yapılırken yolsuzluk ve terör konulu iki ayrı soruşturma kapsamında Ekrem İmamoğlu ile birlikte 106 kişi hakkında gözaltı kararı verilmesi ve ardından gelen tutuklamalar nedeniyle diploma iptali, gündemin alt sıralarına düştü.
"Suç örgütü yöneticisi olmak", "suç örgütüne üye olmak", "irtikap", "rüşvet", "nitelikli dolandırıcılık", "kişisel verileri hukuka aykırı ele geçirmek" ve "ihaleye fesat karıştırmak" başlıkları altında öne sürülen iddialar, yargılama sürecinde doğrulanırsa sadece kişisel değil siyasal anlamda da elbette sarsıcı bir etkisi olacaktır.
Hukukun temel ilkesi olan Masumluk Karinesi, hakkındaki hüküm kesinleşinceye kadar, şüpheli/sanığın suçlu muamelesi görmemesini ve lekelenmemesini ifade eder. Bu ilkeye göre; hüküm kesinleşinceye kadar kişi kamuoyuna suçlu olarak tanıtılmamalıdır.
Anayasa’nın 38/4. maddesi “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”, hükmüyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/2. maddesinde yer alan, “Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır” ilkesini aynen benimsemiştir.
Bu nedenle şüpheliler hakkında suçlu ifadesi kullanılması ne kadar yanlışsa “ortada hiçbir suç yoktur bunların hepsi iftiradır” ifadesi de o kadar yanlıştır.
Masumiyetin ispat edileceği yer sokaklar değil mahkemeler, hüküm verecekler de polise saldıran yüzleri maskeli militanlar değil Türkiye Cumhuriyetin hâkimleridir.
Sokaklardan adalet çıkmaz, çıksa çıksa Zelenskiy’ler çıkar.
Zelenskiy’lerin akıbetinin ise ülkesini ve vatandaşlarını perişan edip yardım istemek için gittikleri ABD’de başkandan fırça yemek olduğunu yaşananlardan biliyoruz.
Bu kısa girişten sonra tutuklamaya konu iddialar ağır olsa da henüz yargılama başlamadığı ve kanıtlar kamuoyuna yansımadığı için masumluk karinesi uyarınca bu konuyla ilgili yazacaklarımızı sonraya bırakarak diploma iptaline neden olan karardan bahsedelim.
Savcılığın talimatı doğrultusunda İstanbul Üniversitesinin üç kişilik heyeti tarafından hazırlanan inceleme raporunda usulsüzlüğün sadece İmamoğlu ile ilgili olmadığı o dönemde yatay geçiş konusunda organize ve açık bir hukuksuzluğun pervasızca yapıldığı anlaşılıyor.
Soruşturma İmamoğlu’nun diploması ile ilgili olarak başlatılmış olsa da başka hukuksuz diplomaların ortaya çıkmasını da sağladığından hayra vesile olduğunu söyleyebiliriz.
Böylesine organize bir hukuksuzluğun köklü bir geçmişe sahip İstanbul Üniversite’sinde yapılabilmesi gerçekten düşündürücüdür.
Böylesine açık ve pervasız bir hukuksuzluğun hesabının sorulması demokrasiye ve hukuka saygı duyan herkes tarafından takdirle karşılanması gerekirken “efendim aradan otuz yıl geçmiş artık olan olmuş geçmişi kurcalamanın kimseye yararı yok” bahanesiyle hukuksuzluğa sahip çıkmak gerçekten utanç verici bir ikiyüzlülüktür.
Bazı siyasilerin hukuksuzluğu meşru gösterme çabalarını anlayabiliyoruz.
Ancak isimlerinin önünde Prof. unvanı olan koca koca adamların hukuksuz işlem sonucunda alınan diplomaları kazanılmış hak olarak değerlendirecek kadar hukuku siyasete kurban etmelerini anlayamıyoruz.
Hukuka işlerine geldiği sürece saygı duyanlardan bu ülkeye hayır gelir mi?
****
İstanbul Üniversitesi tarafından oluşturulan heyetin hazırlandığı, aşağıda bazı bölümlerine yer verdiğim Raporda gerçekten önemli ve üzerinde düşünülmesi gereken tespitler var.
Raporda; 1990'da yapılan yatay geçişler için 27 Haziran 1990 tarihli İÜ İşletme Fakültesi Yönetim Kurulu toplantısında, 1990-1991 eğitim-öğretim yılı için Türkçe bölümü ikinci sınıfa 15, üçüncü sınıfa 10, dördüncü sınıfa 10 ve İngilizce bölümü ikinci sınıfa 10, üçüncü sınıfa 5, dördüncü sınıfa 5 olmak üzere 55 öğrencinin yatay geçiş yapmasına karar verildiği, konuyla ilgili Milliyet gazetesinde 30 Temmuz 1990'da yayınlanan ilanda 60 kişilik kontenjan bulunduğu, kontenjanın hangi aşamada hangi makam tarafından artırıldığının tespit edilemediği, söz konusu ilana göre 60 kişilik yatay geçiş kontenjanı ilan edilmesine rağmen, 14 Eylül 1990 olan son başvuru tarihi göz önünde bulundurulmaksızın, 12 Eylül'de İşletme Fakültesi Yönetim Kurulu kararıyla gazete ilanında yer alan sayının artırılarak 80 öğrenciye çıkarıldığı, bu kapsamda, daha önce İngilizce İşletme programı ikinci sınıflar için belirlenen 10 kişilik kontenjanın 48'e yükseltildiği, üçüncü ve dördüncü sınıflara ayrılan kontenjanların sıfırlandığı, Türkçe İşletme programı için kontenjanların ikinci sınıfa toplam 18 (2'si yurt dışı), üçüncü sınıfa 8, dördüncü sınıfa 6 olarak değiştirildiği, yurt içi ve dışından geçiş yapan öğrencilerin kabulüne karar verildiği ve adlarının listelendiği ancak her iki programa da kaç öğrencinin yatay geçiş başvurusunda bulunduğu, reddedilen varsa hangi gerekçelerle reddedildiğinin kararlardan anlaşılamadığı,
Galatasaray Üniversitesi İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naciye Aylin Ataay Saybaşılı'nın (babası o dönem İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesinde öğretim üyesi olan İsmail Durak Ataay) ilgili yönetmelik doğrultusunda, "Yabancı dil hazırlık sınıfı hariç en az bir yıl (iki yarıyıl) okumuş olma" şartı getirilmesine rağmen Doğu Akdeniz Üniversitesinde toplam 21 kredi alarak, iki dönem toplam 30 kredi şartını sağlayamadan yatay geçiş yaptığı, (Üniversitedeki öğrencileri hocalarını alkışlarla uğurlamışlar. Hani üniversiteler analitik düşünce becerisini kazandırıyordu?)
Diploması iptal edilenlerden Ulaş Cenk Pehlivan'ın University Collage of Northern Cyprus'tan aynı şekilde, toplam 18 kredilik ders alarak geçiş yaptığı,
Metin Burak Ülkeroğlu'nun yatay geçiş yaptığı kuruluşta birinci sınıf müfredatından hiç ders almaması, derslerini ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıftan alması ve bir derste başarısız olması, Ayşegül Alan'ın da bir dönem okuması ve başarısız dersi olmasına rağmen geçiş başvurusunun kabul edildiği,
KKTC'de kurulu eğitim kuruluşlarından sadece Doğu Akdeniz Üniversitesi tanınırlığının YÖK tarafından beyan edilmesine rağmen, 1990 yılında yapılan yatay geçişlerde İÜ İşletme Fakültesi tarafından tüm kuruluşlardan gelen yatay geçiş taleplerinin değerlendirmeye alındığı, ayrıca öğrenci dosyalarında yer alan belgelerden University College of Northern Cyprus adlı kuruluşun öğrencileri olduğu anlaşılan öğrencilerin Ulaş Cenk Pehlivan, İsmail Doğan Yıldırım, Orhan Kuray, Mehmet Hanedar, Ahmet Selim Güsar, İsa Fatih Şabaz, EKREM İMAMOĞLU, Uğur Üstün ve Selçuk Kızıltaş üniversite yatay geçiş kayıtları yapılırken gerçeğe aykırı şekilde öğrenci kütük defterine Doğu Akdeniz Üniversitesi öğrencisi olarak kayıt edildikleri,
Aday öğrencilerin başvuru dilekçelerinde, ilanda belirtilen hangi kontenjana başvurdukları ve hangi sınıftan devam etmek istediklerini belirtmedikleri, İngilizce İşletme Programı'na yurt dışı yatay geçiş başvuruları kabul edilen öğrencilere herhangi bir dil seviye tespit sınavı ya da yeterlilik sınavı yapıldığına dair belge bulunamadığı, yurt dışı yatay geçiş başvurusunda bulunan adayların rektör, dekan, yönetim kurulu üyeleri, fakülte sekreteri, yatay geçiş komisyonu üyeleri gibi süreçte yer alan kişileri referans olarak gösterdikleri,
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından o dönem tanınmayan University College of Northern Cyprus'tan yatay geçiş başvurusunda bulunan öğrencilerin tamamının öğrenci kütük defterlerine Doğu Akdeniz Üniversitesi olarak kaydedildiği, BU HATALI UYGULAMANIN TÜM ÖĞRENCİLER İÇİN YAPILMASININ OLAYIN SEHVEN YAPILMADIĞI KANAATİNİ OLUŞTURDUĞU,
1990 yılı İngilizce İşletme programına yurt dışından yatay geçişler araştırılırken öğrenci kütük defterlerinde 1987-1992 yılları arasında benzer yönde yatay geçiş kabullerinin olduğu görüldüğü bu nedenle üniversitenin diğer fakültelerindeki yatay geçiş işlemlerinin de dikkate alınarak incelenmesinin uygun olacağı ve 1990 yılında iü işletme fakültesine yatay geçiş yapan tüm öğrencilerin geldikleri eğitim kurumlarının eş değerlikleri araştırılarak işlem yapılmasının uygun olacağı sonucuna varıldığı ifade edildi.
Yukarıdaki net tespitlerden tartışmasız bir biçimde hukuksuz olduğu anlaşılan yatay geçişleri, “olmuş bitmiş kurcalamaya gerek yok” diyerek kazanılmış hak olarak görenlerin bu hukuksuzluğu yapan emek hırsızlarından hiçbir farkları yoktur.
****
Yaşanan hızlı gelişmeler, seçime daha üç yıl varken Ekrem İmamoğlu’nun neden apar topar Cumhurbaşkanı başkanı adayı olarak ilan edilmek istendiğini de göstermiş oldu.
İmamoğlu’nun ve partisinin gelmekte olandan haberlerinin olduğu ve ciddi iddiaları kapsayan soruşturmalardan kurtulabilmenin tek çaresinin onun Cumhurbaşkanı odayı olarak ilan edilerek dokunulmazlık sağlanmasının amaçlandığını bir TV yayınına katılan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu bizzat itiraf etti.
Atatürk’ün kurduğu asırlık parti sokak çağrısı yapmak yerine birçoğu kendi mensuplarının ifşa ve ihbar ettiği yolsuzlukların hesabını sorsaydı bu durumlara düşmezdi.
Partililer o kadar rahatsız olmuşlar ki ihbarlarında Medya A.Ş. de hangi odadaki bilgisayara el konulacağını belirtilecek kadar detay vermişler.
Kamunun hak ve hukukunu koruyan dürüst parti mensuplarına teşekkür etmek yerine onlara müptezel demek suç bastırmak değilse nedir?
Mısır’daki sağır sultanın bile duyduğu yolsuzluk iddialarını ciddiye alarak araştırmak yerine “herkes tarafını bilecek ya tarafsız olun ya da bundan sonra karşı tarafınızdayız” diyerek medyayı suçlayan ve tehdit eden Özgür Özel medyada yazılanlardan sadece; sıradan bir işçinin nasıl patron yapılıp İBB’ni nasıl 3 Milyar TL dolandırdığını ve Muş’taki mütevazı bir bakkalın İBB’den nasıl olup ta 94.815.200 TL tutarlı şerbetli tatlı (şerbet deyip geçmeyin, tatlıda şerbet çok mühimdir, şerbet olmazsa tatlı olmaz, şartnameyi hazırlayan heyetin bu konudaki hassasiyeti fevkaladenin fevkindedir) ihalesi kazandığını araştırsaydı yaptığı tehdit ve suçlamaların ne kadar anlamsız olduğunu ve toplumu neden ikna edemediğini görürdü.
Bu arada İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesine bir önerimiz var.
Bu becerikli(!) iş adamlarını(!) davet edip tecrübelerini paylaşma fırsatı tanırsalar öğrencilerini başarının(!) canlı örnekleri ile tanıştırmış olurlar.
Yargılamanın başlamasıyla birlikte kendi can derdine düşenlerin muhtemel pişmanlık ve itiraflarıyla eko sistemdeki endemik yolsuzluklarla ilgili çok şaşırtıcı başarı(!) hikayelerine tanık olacağımız anlaşılıyor.
SAVCI KENDİSİNE TAHSİLİ ÇAKARLI ARACI NEDEN BİR İŞADAMINA(!) VERİR ?
Önce haberi okuyalım.
“İstanbul Büyükşehir Belediyesine (İBB) yönelik yolsuzluk soruşturmasında gözaltında bulunan iş adamı Adem Soytekin'in kullandığı çakarlı aracın, Muğla'da görev yapan cumhuriyet savcısına tahsis edildiği ortaya çıktı. Ekipler, Soytekin'in bu sayede İstanbul trafiğinde öncelik ve üstünlük sahibi araçla haksız şekilde seyahat ettiğini ortaya çıkardı.
Emniyet ifadesinde söz konusu durumun sorulması üzerine Soytekin, "İlgili cumhuriyet savcısını tanımadığını, aracı tamir için İstanbul'a geldiği süreçte kullandığı" cevabını verse de fiziki takip ve Plaka Tanıma Sistemleri'ndeki kayıtlarından beyanının doğru olmadığı belirlendi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ilgili cumhuriyet savcısı hakkında HSK'ya suç duyurusunda bulunulacağı ifade edildi.
Bir Cumhuriyet savcısı kendisine tahsis edilen bir aracı (hem de çakarlı) nasıl başka bir ilde yaşayan bir İŞ ADAMINA(!) verebilir.
Bu jest(!) neyin karşılığında yapılmıştır?
Ya bu araç bir ya da birden fazla suça karıştıysa?..
Ya bu araçla kulelere deste deste para ya da uyuşturucu taşındıysa?
Cumhuriyetin Savcısı böyle bir riski nasıl ya da neyin karşılığında göze alabilir?
HSK Türk Milleti adına soracağı hesabın sonucunu merakla bekliyoruz.