İBB’de yaşanan yolsuzluk ve hukuksuzluklar ortaya çıkan yeni belgeler ve tanıklarla her geçen gün yeni bir boyut kazanırken vurgunun maddi boyutu kadar, “kendilerine kimsenin dokunamayacağı” pervasızlığıyla yapılması, üzerinde ayrıca düşünmeyi gerektiriyor.
Henüz İddianameye dönüşmeyen soruşturmaya konu ağır ve ciddi iddiaların altından kalkamayan CHP; “biz yanarsak ülke de yansın” anlayışıyla içeride kaos için her türlü eylemi denerken, dışarıdan da ülkesine Türkiye’ye müdahale edilmesini isteyecek kadar ezik mandacı bir zihniyet sergiliyor.
Ülke gündemi ne yazık ki post modern siyasal dilencilik gösterileri ile işgal edildiğinden; Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Özbekistan’ın, Güney Kıbrıs’ta Büyükelçilik açma kararı almaları gündemde hak ettiği yeri ve ilgiyi bulamadı.
Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Ursula Von Der Leyen’in Orta Asya ülkeleriyle imzaladığı 12 milyar Euro’luk anlaşmanın ardından gelen bu ihanet adımı Yunan basını tarafından sevinçle karşılandı ve “Türkiye’ye diplomatik tokat” olarak yorumlandı.
Hatırlanacağı üzere AB Konseyi, 3-4 Nisan 2025 tarihlerinde gerçekleştirilen Birinci AB-Orta Asya Zirvesi’nde ile işbirliklerini “stratejik ortaklık” seviyesine yükseltme kararı aldığını duyurmuş akabinde bu “stratejik ortaklık” kapsamında 5 Orta Asya ülkesine 12 milyar Euro yatırım yapılacağını açıklamıştı.
Türkiye’nin Kafkaslarda ve Orta Asya’da artan jeopolitik öneminden, Mısır’la ilişkilerini normalleştirerek Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmasından, Libya’nın BM tarafından da tanınan meşru yönetimi ile 27 Kasım 2019'da imzalanan Akdeniz'de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması imzalamasından ve özellikle Ermenistan’ın Karabağ işgalini sonlandıran etkin rolünden rahatsız olan AB’nin gerçekleştirdiği operasyona destek veren beş sözde kardeş ülke ne yazık ki Türkiye’yi 12 milyar Euro gibi çok düşük bir fiyata sattılar.
12 Milyar Avro’yu (518,4 milyar TL) beşe böldüğünüzde ülke başına düşen para 2,4 milyar Avro yani 103,728 milyar TL yapıyor.
İBB’deki yolsuzluk ve vurgunun 560 Milyar TL olduğu düşünüldüğünde beş sözde kardeş ülkenin İBB’de yapılan yolsuzluğun ve vurgunun (şimdilik tahmin edilen) maddi değerinden daha düşük bir paraya Türkiye’yi sattıkları anlaşılıyor.
5 Orta Asya ülkesinin imzasını taşıyan bildiride, BM’nin 541 ve 550 sayılı kararlarına güçlü destek verilerek Güney Kıbrıs Rum Yönetimi "Kıbrıs’ın tek meşru hükümeti" olarak tanınırken, Türkiye’yi Kıbrıs’ta resmen “işgalci güç” olarak kabul etmiş oldular.
541 sayılı karar, 15 Kasım 1983’de KKTC ilan edildikten sonra Rum yönetiminin şikâyeti üzerine toplanan BM Güvenlik Konseyi tarafından 13 oyla alınmıştı. Karara, kardeş Pakistan ret oyu verirken, Ürdün çekimser kalmıştı.
Kararda KKTC ilanı kınanıp, hukuken geçersiz sayılırken diğer devletlere KKTC’yi tanımama ve sadece Rum yönetimini tanıma çağrısı yapılıyordu.
Kararda ayrıca 1974 yılında alınan 365 ve 1975 yılında alınan 367 sayılı kararlar teyit edilerek Türk Barış Harekâtı kınanıyor ve Türk askerlerinin derhal geri çekilmesi isteniyordu.
BMGK’nin 550 sayılı kararında ise; TC/KKTC arasında karşılıklı Büyükelçi atanması “ayrılıkçı ve yasadışı bir eylem” olarak nitelenerek kınanıyor ve geri alınması talep ediliyordu.
Tüm ülkelere bu ” ayrılıkçı ” adımı, yani KKTC’yi tanımamaları, desteklememeleri ve yardım etmemeleri, “Kıbrıs Cumhuriyeti” dedikleri Rum yönetiminin bağımsızlığına, egemenliğine, toprak bütünlüğüne saygı gösterme, Maraş’ın yerleşime açılmaması ve Rum yönetimine iadesi çağrısı yapılıyordu.
Bu yazının gönderildiği (20/04 saat: 20.40) ana kadar Türkiye’den bir açıklama gelmedi.
Türkiye’nin bu kardeş kurşununu sineye çekeceğini sanmıyoruz.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın danışma organı olan Aksakallar Konseyi’nin başkanlığını yürüten Binali Yıldırım muhtemelen hükümetin de görüşlerini yansıtan ve rahatsızlığımızı ifade eden bir açıklama yapacaktır.
Kıbrıs’ta işgalci olarak nitelenen Türkiye bundan sonra bu sözde kardeş devletlere nasıl güvenecektir bilmiyoruz ama bu ucuz satışın bir bedelinin olması gerektiğini biliyoruz.
En basitinden Avrupa’ya doğal gaz sevkiyatının en ucuz maliyetle Türkiye üzerinden yapılması zorunluluğu dikkate alındığında, Türkiye’nin engel olması halinde AB’nin vereceği 12 milyar Euro’nun hiçbir işe yaramayacağı, Türkiye’de çalışan ve eğitim gören binlerce Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistanlı için şartların zorlaştırılmasıyla 12 milyar Euro’dan çok daha fazla maddi kayba uğrayacakları hatırlatılabilir.
Türk Devletleri Teşkilatı bünyesinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Türk Dünyası teriminin eğitim materyallerinde kullanılması, ortak tarih ders kitapları ile ortak harita gibi projelere yönelik adımlar atılırken ve hatta Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan’da resmî tatil olan 21 Mart Nevruz Bayramı’nın Türk dünyasının ortak anma ve kutlama günü olarak kutlanması teklifi dile getirilmişken yaşanan bu gelişme (ihanet demek daha doğru olur) İslam âlemindeki gevşekliğin bir benzerinin ne yazık ki Türk âleminde de (bugüne kadar hep Türkiye’nin yanında olmuş Azerbaycan hariç) yaşandığını göstermektedir.
****
Türk Dili konuşan ülkeler arasında kapsamlı işbirliğini teşvik etmek amacı ile uluslararası bir örgüt olarak 2009 yılında Nahçıvan’da düzenlenen Türk Devlet Başkanları Zirvesi’nde imzalanan Nahçıvan Anlaşması’yla Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi -Türk Konseyi- (2021 Kasımdan itibaren Türk Devletleri Teşkilatı) adıyla kurulmuş olup, Kurucu üyeleri; Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye'dir.
Özbekistan asil üye olarak 2019 yılında Türk Devletleri Teşkilatı’na katılmıştır.
Gözlemci üyeleri ise Türkmenistan, Macaristan ve KKTC’dir.
Bir yandan KKTC’ni gözlemci devlet olarak kabul edip diğer yandan Kıbrıs’ta Rum kesimini meşru devlet ve Türkiye’yi işgalci olarak kabul ederek nasıl birlik olunacak ve Türk Devletleri Teşkilatı’nın, temel amaç ve görevleri arasında ilk sırada yer alan; “Taraflar arasında karşılıklı güvenin güçlendirilmesi” nasıl sağlanacaktır?
Bölge ve bölge dışında barışın korunması, dış politika konularında ortak tutum benimsenmesi, Ortak amaçlara dair etkili bölgesel ve ikili işbirliğinin her alanda geliştirilmesi gibi kuruluş amaçları, dört ülkenin Kıbrıs Rum kesiminde elçilik açmalarıyla hükümsüz kalmış ve Türkiye’nin aralarında birlik ve güç oluşturmak için gösterdiği olağanüstü gayret ne yazık ki kardeş bildiği Türk devletleri tarafından bozuk para gibi harcanmıştır.
Yunanistan’ın önde gelen gazetelerinden Ekathimerini, “Orta Asya ülkeleri Kıbrıs’ın egemenliğine destek verdi” başlığıyla duyurduğu haberde, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ı tanıtma çabalarının “boşa çıktığını” yazdı. Gazete, 541 ve 550 sayılı BM kararlarının özellikle vurgulandığını, bu kararlarla “Kuzey Kıbrıs’ın yasa dışı şekilde kurulduğu” ve sadece Güney Kıbrıs’ın meşru hükümet olarak kabul edilmesi gerektiğinin altı çizildiğini belirtti.
In.gr adlı haber portalı; Tacikistan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’ın Türkiye’yi “Kıbrıs’ta işgalci güç” olarak resmen tanıdığını yazdı. "Anlaşmanın kilit paragrafı" ifadesiyle BM kararlarına olan atıf öne çıkarıldı. Haberde, bu gelişmenin Türk dünyasında büyük hayal kırıklığı yarattığı ve Türk Devletleri Teşkilatı üzerinden Kuzey Kıbrıs’a tanınma arayışlarının “çöktüğü” ifade edildi.
Capital.gr ise yaşananları “Türkiye’ye diplomatik tokat” olarak nitelendirdi. Haberde, üç ülkenin Kıbrıs Cumhuriyeti’nde büyükelçilik açma kararı aldığı hatırlatılarak, “Türkiye’nin Kıbrıs planları yerle bir oldu” denildi. Gazete, Türkiye'nin uzun süredir Türk Devletleri Teşkilatı üzerinden KKTC'ye uluslararası tanınırlık kazandırmak istediğini, ancak bu gelişmelerin tam tersi yönde bir sonuç doğurduğunu belirtti.
****
Farkındaysanız bir süredir KKTC’de ilginç gelişmeler yaşanıyor.
İki kız öğrencinin derslere başörtülü girmesini laik düzene karşı bir tehdit olarak niteleyen ve adeta paralel bir yapı olarak devlete meydan okuyan sendikanın arkasına saklanan şer cephesinin başlattığı protesto gösterilerinin bir anda Türkiye’ye yönelik “işgalci” suçlamalarına dönüştürülmesi meselenin başörtüsü olmadığını gösteriyor.
14 yaşında iki kız çocuğunu devlet için tehlike olarak gören zihniyetin sözcüleri "18 yaş altındaki çocukları evlendirmiyoruz, ehliyet vermiyoruz, oy kullandırmıyoruz. Dini sembollerle tanımlanmasının da aynı gelişimsel yetersizlik çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini savunuyoruz.. Çocuklar gelişimsel olarak kendi kararlarını verme yeterliliğine sahip değiller.. Laikiz.. Başörtüsü tartışması bireysel bir hak değil.. Biliyoruz ki çocuk kapanmaz.. Devleti yönetenlerin çocukları ailelerin yönlendirmelerinden koruyamaması durumunda öğretmenler örgütlerle birlikte bunu yapacaktır.." ifadeleriyle açık açık din düşmanlığı yapıyorlar.
Mesele başörtüsü olunca bunu rejime yönelik tehdit olarak görenler (ne garip ki Kıbrıs Rum kesiminde başörtüsü serbest) nedense mafya hesaplaşmalarını, İsrail’in parsel parsel toprak satın almasını, kumarhaneleri, kanun kaçaklarına ev sahipliği yapmalarını sorun olarak görmüyorlar.
51 yıl önce soykırım yapan ve bugünlerde de Enosis’i canlandırma çabalarına hız veren Rumlarla can ciğer kuzu sarması olup Türkiye Cumhuriyeti’nin KKTC Büyükelçisine “go home” diyen hainleri beslemek için mi vergi veriyoruz?
(KKTC ile Türkiye arasında 2024 İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşması Ankara'da imzalandı. Başbakan Ünal Üstel, Ankara’da tarihi bir antlaşmaya imza attıklarını belirterek, yaklaşık 16 milyar TL’lik proje desteği ve hibeyi içeren TC-KKTC İktisadi ve Mali İş birliği Antlaşması’nın belki de tarihin en büyük protokolü olduğunu kaydetti.)
İçtikleri suyu denizin altından gönderen, hastanelerini, havaalanlarını yapan, bütçe açıklarını kapatan Türkiye Cumhuriyetine yönelik bu düşmanca tavrı laiklik ve demokrasiyi savunmak olarak nitelemek ancak işbirlikçi/hainlerin inanacakları bir iftiradır..
12 Milyar Euro’ya Türkiye’yi satan Türk devletlerine kızıyoruz, peki her türlü ihtiyaçlarını karşılayan ve en önemlisi canlarını koruyan Türkiye’yi (bedavaya) satan KKTC’deki sözde Türklere ne diyeceğiz?
51 sene önce en vahşi katliamı yapan Rumlar’dan medet umuyor, Hristodulidis'in karşısına geçip saygılarını sunuyorlar.
KKTC’de bu yaşananlar tam bir Stockholm Sendromu halidir ve hızlı bir ameliyat(!) şart olmuştur.
Katillerine âşık olan ve can güvenliklerini sağlayan Türkiye’ye işgalci diyen işbirlikçi ve ezik beslemelere daha fazla sabredilmemelidir.
Çünkü mesele demokratik bir protesto hakkının kullanılmasının ötesine geçerek Türkiye’deki uzantılarından da aldıkları destekle açık bir ihanet gösterisine dönüşmüştür.
Çoklu ve kirli işbirliğinin organize bir şekilde hayata geçirildiği bir süreçte çok daha dikkatli olmamız gerektiğini merhum Deniz Baykal’ın kızı Aslı Baykal sosyal medya hesabından bizim de altına imza attığımız şu sözlerle ifade ediyor.
“Türkiye Suriye üzerinden İsrail'e yaklaştıkça O da Kıbrıs üzerinden Türkiye'ye yaklaşmaya çalışıyor.
Ve artık herkes, uyuyanlar da, uyanıp anlamalı, iç düşman hiç beklemedikleri kişiler, boşuna uyarmaya çalışmıyoruz.
Birilerine içeriyi karıştır dikkatleri içeriye çek diye talimat veriliyor, onlar da üzerlerine düşeni layıkıyla yapıyorlar.
Yurttaşlarım, unutmayın! Direncinizi kıracak bir araç, düşmanın Türkiye’yi içerden oyarak çökertmesidir.
Düşman, ülkede mevcut siyasi nifaklardan ve yüksek makamların teslimiyetçilik eğiliminden istifade ederek çalışır her zaman.
Dış düşmana karşı aldığınız önlemleri, gösterdiğiniz birliği iç düşmanlara, iç bedhahlara karşı da daha uyanıklıkla, daha bir şiddetle gösteriniz, gerçekleştiriniz".
Soru şu!..
Türkiye, kardeş bildiklerinin ihanetlerine ve nankörlüklerine daha ne kadar tahammül edecektir?