Osmanlı Devleti, tarım ve toprak sistemini düzenleyen köklü bir nizama sahipti.
Bu düzen, ailelerin bölünmesini ve toprakların parçalanmasını engelleyerek, köylünün yerinde kalmasını sağlıyordu. Ancak Cumhuriyet döneminde yanlış hukukî düzenlemeler ve Batı’dan alınan sistemler, hem tarım arazilerinin bölünmesine hem de ailelerin parçalanmasına yol açtı. Bir zamanlar 25 milyon olan çiftçi sayısı, bu süreçte 6 milyona kadar düştü.
Osmanlı Toprak Sisteminde Aile ve Tarım Dengesi
Osmanlı’da mülkiyet anlayışı, ferdin değil, devletin denetiminde olan bir yapıdaydı. Ancak bu, halkın topraksız olduğu anlamına gelmezdi. Tam tersine, Osmanlı devleti toprağın kimde kalacağını, nasıl işletileceğini ve nasıl miras yoluyla aktarılacağını titizlikle düzenlemişti.
Osmanlı toprak sistemi şu esaslara dayanıyordu:
1. Miri Arazi: Toprak devletin mülkü kabul edilirdi, ancak halkın tasarruf hakkı vardı. Köylü, toprağı işlemekle yükümlüydü, fakat miras yoluyla aile içinde kalırdı.
2. Toprakların Bölünmesini Önleyen Miras Sistemi: Osmanlı’da toprak, mirasçılar arasında bölünmezdi. Aile içinde bir mirasçı tasarruf hakkını devralır, diğerleri ise hakkını nakit veya mal karşılığı alırdı. Böylece toprak küçülmez, üretim devam ederdi.
3. Şer’iyye Sicilleri ile Kayıtlı Hukuk: Osmanlı’da kadılar, tapu ve miras işlemlerini yöneten en önemli otoritelerdi. Bu sayede, toprak ihtilafları hızlı ve kesin çözüme kavuşturulurdu.
Bu sistem, hem tarımsal üretimi sürdürülebilir kılıyor, hem de ailelerin bir arada kalmasını sağlıyordu. Ancak Cumhuriyet’in ilk yıllarında Avrupa’dan alınan Medeni Kanun, bu dengeyi tamamen bozdu.
Cumhuriyet Döneminde Ailelerin ve Toprakların Parçalanması
1926 yılında yürürlüğe giren Medeni Kanun, Osmanlı’nın toprak tasarrufu ve miras sistemini tamamen değiştirdi. Yeni düzenleme, Batı Avrupa’daki bireysel mülkiyet anlayışına dayanıyordu. Bunun sonucunda:
Topraklar artık her mirasçı arasında eşit olarak bölünmek zorundaydı.
Aile içinde kalan büyük tarlalar, her nesilde daha küçük parsellere bölündü.
Tarım işletmelerinin verimliliği düştü, çünkü parçalanan araziler ekonomik üretime uygun olmaktan çıktı.
Aileler arasında miras davaları arttı.
Sonuç olarak, tarım arazileri bölündü, küçüldü ve verimsizleşti. Eskiden bir ailenin işletebildiği geniş araziler, artık onlarca hissedar arasında paylaşılamayan küçük tarlalara dönüştü.
Bunun doğurduğu sorunlar:
1. Şufa (Önalım) Davaları: Kardeşler arasında hisselerin satışı nedeniyle ihtilaflar çıktı.
2. İzaleyi Şuyu (Ortaklığın Giderilmesi) Davaları: Tarım arazileri ortaklıktan çıkarılmaya çalışıldı, ancak bu süreç yıllarca sürdü.
3. İştirakin Feshi: Aileler, ortak mülkiyetlerini sona erdirmek için mahkemelerde yıllarca mücadele etti.
Bu süreçte köyde kalıp üretime devam etmek isteyenler ile şehre göç edenler arasında büyük anlaşmazlıklar yaşandı. Köyde kalanlar, tarlaları satmak zorunda kaldı. Şehirde yaşayan mirasçılar ise topraklarını işleyemediği için satışa yöneldi. Devlet bu sürece müdahale etmek yerine, hukuki düzenlemelerle bu parçalanmayı hızlandırdı.
Göç Dalgası: Şehirlere Yığılan Köylüler
Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde köylüler, tarlalarının küçülmesi ve gelirlerinin azalması nedeniyle şehirlere göç etmek zorunda kaldı. Ancak şehirlerde onları ne bekliyordu?
Kırsaldan gelen milyonlarca insan, işsizlikle karşılaştı.
Sosyal yapıları şehir hayatına uyum sağlayamadı.
Konut sıkıntısı baş gösterdi, gecekondu mahalleleri oluştu.
Ekonomik yokluk, aile bağlarını zayıflattı ve sosyal çözülmeye yol açtı.
Oysa Osmanlı’da köylü, topraklarını kaybetme korkusu yaşamadan nesiller boyunca tarıma devam edebiliyordu. Devlet, üretimi ve köylüyü koruyordu.
5403 Sayılı Kanun: Tarımı Bitiren Son Darbe
2005 yılında çıkarılan 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, geçmişte yapılan hataları düzeltmek yerine, küçük çiftçiyi tamamen yok eden yeni bir düzenleme getirdi. Bu kanuna göre:
10 dönümden küçük tarım arazileri miras yoluyla bölünemez hale getirildi.
Çiftçi toprağını ekmezse, 2 yıl içinde devlete devredilebileceği hükmü getirildi.
Küçük tarım arazilerinin büyük şirketlere satılmasının önü açıldı.
Bu düzenleme, tarımı teşvik etmekten çok, küçük üreticiyi tamamen sistem dışına itmek anlamına geldi. Artık küçük çiftçi topraklarını satmak veya büyük tarım işletmelerine kiralamak zorunda kalıyor.
Sonuç: Osmanlı Modeline Geri Dönülmeli mi?
Osmanlı’nın toprak yönetimi, bugünün şartlarında tamamen uygulanabilir olmayabilir. Ancak şu gerçek inkâr edilemez:
Osmanlı'da toprak bölünmez, aile yapısı korunurdu.
Tarım devlet tarafından desteklenir, üreticinin ayakta kalması sağlanırdı.
Hukuki süreçler hızlı, adaletli ve çözüme yönelikti.
Bugünkü sistem ise:
Çiftçiyi topraksız bırakıyor, büyük sermayeye teslim ediyor.
Hissedarlar arasında anlaşmazlıkları artırıyor, yıllarca süren davalar yaratıyor.
Miras yoluyla tarımın devam etmesini zorlaştırıyor.
Şehirlerde ekonomik ve sosyal problemleri büyütüyor.
Çözüm için, Osmanlı'nın miras sistemine benzer bir düzenleme yapılmalı, tarım arazilerinin parçalanması engellenirken üretimin devamı garanti altına alınmalıdır. Aksi takdirde, küçük çiftçilerin topraksız hale gelmesi kaçınılmaz olacak, şehirlerdeki ekonomik kriz daha da derinleşecektir.
Osmanlı, tarımı köylünün elinde tutarak üretim ekonomisini ayakta tuttu. Bugün ise yanlış politikalar nedeniyle köylü toprağını kaybediyor ve şehirlerde çaresizce yaşam mücadelesi veriyor. Tarımın yeniden ayağa kalkması için Osmanlı’daki düzenleyici sistemden ilham alınarak, çiftçinin üretime devam edebileceği bir toprak rejimi oluşturulmalıdır.