ÖZEL HABER/ Çankırı'nın üniversite düzeyinde eğitim veren ilk kurumu, kültürel mirası; Buğday Pazarı Medresesi, Cankirihaber.net 'e kapılarını açtı.
Buğday Pazarı Medresesi'nde rehber olarak görev yapan Merve Derelli; Buğday Pazarı Medresesi'ni, asıl ismiyle Hazimiye Medresesi'ni tanıttı.
Derelli sözlerine şu şekilde giriş yaptı:
"Hoşgeldiniz, ismim Merve Derelli. Buğday Pazarı Medresesi'nde çalışmaktayım , rehber olarak görev yapmaktayım. Bugün size burayı anlatacağım. Burası Hazimiye Medresesi yani halk arasındaki bilinen ismiyle de Buğday Pazarı Medresesi. 1875 yılında Sofizade Mustafa Hazım Efendi'nin kurduğu Hazimiye Vakfı tarafından yaptırılmış. Kendisi Çankırılı fakat o dönemde İstanbul'da müftülük yapmakta tayini Çankırı'ya çıkıyor, böylelikle burası yaptırılmış oluyor. Çanakkale Savaşı'na kadar burada ilim, bilim ve dini dersler veriliyo faka son dönem öğrencilerin Çanakkale Savaşı'na gidip; bildiğiniz üzere de yüzde doksanının geri dönmeyişi, sonrasında tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte burası kapanıyor ve tamamen atıl duruma geçiyor. 2009 yılı itibariyle de Çankırı Belediyesi, burayı vakıflardan kiralıyor ve her bir odasını Çankırı'nın kültürünü yansıtacak şekilde restore ediyor. Buğday Pazarı Medresesi Çankırı'nın üniversite düzeyinde eğitim veren ilk yeri. Üniversiteyken bu odamız sınıf olarak kullanılmış. Fakat biz bir sınıf olarak değil de eski Çankırı'nın bir sohbet evi olarak tasarladık. Döneminde kullanılan bir yüklük görüyoruz, ocaklığımız, bir Osmanlı şerbetçisinin kılık kıyafeti ve hemen buraya geldiğinizde aile bireylerinin sırasıyla banyo yaptıkları adına yunak deniliyor, birinin ebeveyn banyosu olarak düşünebilirsiniz burayı. Burası sınıf olduğu için tavan sade döşenmiş fakat o dönemde tavanın ihtişamı ailenin maddi durumunu anlatırmış hatta çok çok ihtişamlı tavanları olan ailelerin soyunun Osmanlı'dan geldiği bilinmekteymiş. Yani şöyle diyebilirim size, o dönemde zenginlik ölçütü tavanlarmış."
Tanıtıma yaren odasıyla devam eden Derelli, şu ifadeleri kullandı:
"Burası da yaren odamız. Yaren kelime anlamı olarak eş, dost, arkadaş, yaren, Allah'ı anmak anlamındadır. Osmanlı'nın Lonca Teşkilatı'nın devamıdır. 24 kişiden oluşur, 23 olamaz, 25 olamaz. Bunun sebebi ise her biri bir Türk Oğuz Boyu'nu temsil ettiği için. Yaren'in amacı iyi, doğru, dürüst, ahlaklı esnaf yetiştirmektir. Bu kurallara uymayanlar da şurada gördüğümüz kırmızı minderde yargılanır ve cezası kesilir. Cezası da şu: mahallesinden ihtiyaç sahibi 3 ailenin kış boyunca yiyecek, giyecek ve yakacak yardımının karşılanması. Nefsin ayaklar altına alınması için de kendinin götürmesi isteniyor. Yani o dönemde böyle adaletli bir sistem varmış."
Çankırı'nın tarihe gömülmüş geleneklerini anlatan Derelli, sözlerine şöyle devam etti:
"Burası da Çankırı'nın geleneksel kıyafetlerinin sergilendiği odamız. Hemen döneminde kullanılan bir gelinlik görüyoruz, Yaren Başağası'nın kıyafeti ve genç kızların düğünlerde giydikleri bindallı. Çankırı yöremize ait damat bohçamız, gelin bohçamız... Bağışlanan bir cepken var burada 200 yıllık bir cepkendir fotoğrafı da bir üsttedir. Yine bağışlanan fesimiz, içliklerimiz burada mevcut. Karşı duvara geldiğimde ise beş şiş tekniğiyle örülen yün çorapları görüyoruz. Şimdi biliyorsunuz eskiden görücü usulü evlenirlermiş ve kız 40 gün boyunca annesinin evine yollanmazmış. Kendi evine alışsın, düzenini kursun diye. 40 günün sonunda kız annesine götürmek için bir bohça hazırlıyor. Eğer bohçanın en altına mor yazma koyduysa 'Tamam sıkıntı yok anne, ben mutluyum' demek ama al yazma yani acı biberli koyduysa 'Anacım beni yaktın, sen beni kimlere verdin' demekmiş. Şimdi şöyle bir düşünelim kız götürüyor bohçayı, kız gittikten sonra anne açıyor bakıyor bir görüyor ki al yazma... Ne yapacak? Şimdi o dönemde boşanmak yok, zaten kayınvalide ve kayınpederiyle oturuyor. Ama ilk gördüğü yerde diyor ki kızım, 'sen büyüklerine karşı saygıda kusur etme, sabret, dua et' diye telkinde bulunuyor. Ama mor yazma gelene kadar da bekliyor. Gelmediği taktirde anne baba devreye giriyor. Ama diyelim bu senaryo gerçekleşmedi. Anne açtı bohçayı, bir baktı mor yazma. Ne yapıyormuş biliyor musunuz? Hemen konu komşuyu topluyormuş 'Gelin bakın kızımın bohçası geldi' diye. Amaç mor yazmayı göstermek. Al yazma geldiyse de 'Daha gelmedi' diye sürekli erteliyormuş, ta ki mor yazma gelene kadar..."
Son olarak eski zanaatkarların deri kullanarak neler yaptığını gösteren Derelli,
"Burası da çarık odamız. Bir deri parçasında neler yapılabildiğinin en büyük örneği bu odamız. Şu görmüş olduğunuz bir damat ayakkabısıdır. Manda derisinden yapılmış, çok serttir ve don yağıyla yumuşatılarak yapılmıştır. Bu da bir gelin ayakkabısı. Şimdi, dikkat ettik mi? Damat ayakkabısı topuklu, gelin ayakkabısı daha az topuklu. O dönemde erkeğin gücünü, egemenliğini göstermek amaçlı damat ayakkabıları topuklu yapılırmış. Vatanımızın nasıl kurtarıldığının en büyük örneği işte bu çarıklarımız. Çanakkale Savaşı'nda, -oradaki şehitlerimiz diyeyim artık- açlıkla çok sınanmışlar. Açlıktan ölmek mi? Savaşarak ölmek mi? Onlar savaşarak ölmeyi tercih etmişler ve açlıktan ölmemek için de şuraları kemirerek ayakta kalmaya çalışmışlar. Bunlar hayvan derisinden yapıldığı için suyla temas ettiği zaman yumuşuyor, mideye geçtiği zaman şişiyor ve tokluk hissi yaratıyormuş. Çankırı'da o dönemde hamam kültürü çok gelişmişti. Şu görmüş olduğunuz gelinlerin hamamlarda giydikleri adına nalın denen ayakkabı. Şu hali sade, daha altınlı, gümüşlü, elmaslı olursa gelin gittiği yerin maddi durumu iyi demekmiş. Kız o zaman hamamda daha salına salına gezermiş. Kadın her zaman kadınmış yani o dönemde de, bu dönemde de... Hemen şuraya döndüğümüzde bu bizim temsili bir şekilde hazırladığımız iş yeri. Yukarıda da pabuç var gördük mü? Pabuçu dama atıklamk deyimini duymuşuzdur. Şimdi normalde biz küçük kardeş olunca büyük kardeşe artık senin pabucun dama atıldı çünkü küçük kardeşin geldi diyoruz. Ama aslında öyle değil. Bunu bir ayakkabı dükkanı olarak düşünebiliriz. Ayakkabıcı bir hata yaptığında Yaren Meclisi tarafından cezalandırılıyor fakat affediliyor. İkncisinde de affediliyor ama üçüncüsünde affedilmiyor ve esnafın pabucu dama atılıyor. Yani 'bu esnaf değil, sakın bundan alışveriş yapmayın' demenin daha etkili yolu diyebilirim. Pabucu dama atılmak deyimi de buradan geliyor. Benim anlatacaklarım bu kadar, eğer yolunuz düşerse Buğday Pazarı Medresesi'ne bekliyoruz."
diyerek sözlerini sonlandırdı.